Yıl 1996. Yer Ankara. Hayvanseverlerin yoğun katılımı ile düzenlenmiş bir etkinlik. Ben yeni mezun bir Veteriner Hekim.
Etkinlik sonuç raporu açıklaması: “Kısırlaştır! Aşılat! Yaşat!”. “10 yıl içinde sokak hayvanı sorununu çözüyoruz”.
Hayvan hakları savunucularının sahipsiz hayvanlarla ilgili çözüm önerileri çok daha eski yıllardan beri bu üç ana başlık üzerinden yürüdü.
“Kısırlaştır! Aşılat! Yaşat!”.
Etkin ve fedakârca çalışmalar sonrasında 2004 yılında ilk Hayvanları Koruma Kanunu da bu temeller üzerine kuruldu. “Sahipsiz hayvanlar yerel yönetimler tarafından rehabilite edilecektir” özünde işleyen yasaya göre sahipsiz hayvanlar yerel yönetimler tarafından kısırlaştırılacak, aşılanacak, paraziter tedavileri yapılacak, sahiplendirme çalışması sonrasında sahiplenen olmazsa yeniden ilk alındığı yere bırakılacaktı.
Öyle de oldu. Ülke genelinde istenen düzeyde olmasa da belediyeler özellikle kent yaşamının yoğun olduğu illerde bu çalışmaları yaptı. Yasada belirtildiği üzere geçici hayvan bakımevlerini kurdu. Kısırlaştırdı, aşıladı ve aldıkları yere bıraktı.
Bu çalışmaları yapmayan belediyeler bir yana bu çalışmaları harfi harfine yapan belediyelerde bile sahipsiz hayvan sayısı kontrol altına alınamadı. Oysa hedef on yılda bu sorunu çözmekti.
Peki geçen 27 yıla ve Hayvanları Koruma Kanunu’na rağmen neden olmadı?
Çünkü olay bir havuz problemi halindeydi. Kimse bu kısmını ciddiye almadı. Ne yazık ki halen de farkındalık yeterli değil.
1996’dan beri söylediğim “Sayısını bilemediğiniz bir nüfusu yönetemezsiniz” gerçeği sonunda anlaşıldı. Hayvanların kimliklendirilmesinin yasada temenni olarak kalmasının yeterli olmadığı, kimliklendirme ve kayıt altına alma ayağı olmaksızın hayvan nüfusuna ve hayvan haklarına dair doğru işler yapılamayacağı sonunda kabul gördü.
2021 yılında yenilenen Hayvanları Koruma Kanununda, sahipli hayvanların mikroçiplenerek kayıt altına aldırılması hayvan sahiplerinin sorumluluğuna verilerek idari yaptırım uygulanmasına dair düzenleme yapıldı. 31.12.2022 tarihine kadar da mevcutta sahipli olan kedi ve köpeklerin kayıt altına alınması için süre verildi.
Artık onlar da “Kim olduğunu” bilecekti. Kimliklenmeleri haklarına ulaşmaları için atılan en önemli adımlardandı. Kayboldukları ya da çalındıkları taktirde sahiplerine dönme şansları olacaktı. Mağdur edildiklerinde kimliklendirilmiş bir canlı olarak sahipleri ile ya da onlara rağmen hakları savunulacaktı. Kayıt altına alınan her bir kedi ve köpek kontrolsüzce üretilemeyecek ve sokağa da terk edilemeyecekti.
Yeni düzenleme sayesinde iki milyona yakın kedi ve köpek kayıt altına alındı. Sahipleri gerçekten onlarla bir ömür yaşamak istediklerinin altını çizerek, onların ailelerinin bir parçası olduğunu kayıtlara geçirdi.
Öyle ki hepimizi yıkıp geçen Kahramanmaraş merkezli depremde pek çok ev hayvanı mikroçipi sayesinde sahibine kavuştu.
Aslında ev hayvanlarının mikroçiple kayıt altına alınması uygulamasında da, kimliklendirme yaptırmayan hayvan sahiplerine idari para cezası uygulanmasında da bir sakınca yoktu. Hatta uygulama o kadar doğruydu ki vatandaşlar yoğun bir şekilde başvuruda bulundu ve mikroçip temini yetersiz kaldı. Tüm bilinçli hayvanseverler hayatlarını paylaştıkları kedi ve köpeklerinin kimlik sahibi olmasından yanaydı. İdari yaptırım kararı da olmalıydı çünkü bazen bilinçlenmek için eğitim tek başına yeterli olmuyordu. Bugüne kadar uygulanmış olan, hayvan sahiplerinin hayvanlarını kaydettirmesine dair yasa maddesinin temenni olarak kalmasının ne kadar yetersiz olduğu da ortaya çıktı.
Uygulanmasını istediğiniz eylemlerin ödül ya da ceza şeklinde karşılığı olmadığı taktirde sistemin doğru ilerlemesini beklemenin hayvan haklarına dair kaybolan 27 yıl ve kontrolsüzce artan sahipsiz hayvan nüfusuna karşılık geldiğini görmek artık kaçınılmazdı. Kent yaşamında hayvan nüfusu sağlıklı yönetilmek isteniyorsa yapılması gereken en doğru düzenleme yapılmış oldu. Bu nedenle ev hayvanlarının kayıt altına alınmasına dair düzenlemede hiçbir sorun olmadığını artık konunun tüm tarafları kabul etmelidir.
Gelinen noktada hayvan sahiplenenlerin yaşadığı sorunların sebebi kimliklendirmeye dair yapılan yasal düzenleme değil; kendi sorumsuzlukları yüzünden geç kalmalarının yanı sıra iyi yönetilemeyen süreç oldu.
Kurumlar, ev hayvanlarının olası varlığından o kadar habersizdi ki yasa ile bir yıl olarak verilen kayıt süresinin yeterli olmayacağı, bu yetersizliğin hayvanlara uygulanması gereken mikroçipin yeterli sayıda temin edilememesi yüzünden de katlanarak sorunlara neden olacağı düşünülemedi.
Yasanın yürütücüsü Tarım ve Orman Bakanlığı ülkedeki hayvan nüfusunu yönetmeye dair çok başlı uygulamalarına bir türlü son veremedi. Ev hayvanlarının kayıt altına alınmasında da hem 5996 sayılı Kanun hem de 5199 sayılı Kanun ve yönetmelikleri örtüşen amaca rağmen, çelişen düzenlemeler getirdi.
Bugüne kadar belediyeler tarafından yapılan sahiplendirmeler ve sonrasında kayıt altına alma işlemlerinin kayıt altına alma kısmı Tarım ve Orman İlçe Müdürlükleri ve Veteriner Kliniklerine verildi. İki farklı Genel Müdürlüğe bağlı olarak oluşturulmuş HAYBİS ve PETVET adlı iki sistem, hayvan nüfusunu yönetmek amacıyla ortak çalışması gerekirken halen düzenleme yapılmadı.
Bundan sonra yapılması gereken, vatandaşlarda gelişecek hayvan sahiplenme bilincini yormayan uygulamaların kamu kurumları tarafından hayata geçirilmesidir.
Biz Veteriner Hekimlerin üzerine düşen de hayvan nüfusu yönetiminde kayıt konusundan geri adım atılmasına yönelik uygulamaları desteklememek, artık yan yollar aramadan sistemin ideal hale getirilmesi için önerilerde bulunmaktır.
Bazı başlangıçlar sancılı olsa da buna değer, çünkü kim olduğunu bilmek herkesin hakkıdır.